Kadına Yönelik Şiddet

Şiddet, kişi ya da kişiler üzerinde otorite sağlamak amacıyla karşısındakinin varlığını tehdit unsuru görmek ve onu sindirmek için karşı tarafa uygulanan zarar vermeye yönelik davranış türü olarak tanımlanabilir.

Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür.

Şiddet salt kaba kuvvet içeren davranışlar değildir. Aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak, ihmal, tecavüz, zorla evlendirmek de cinsel ve psikolojik şiddettir.

Genel olarak şiddetin döngüsel bir yapısı vardır. Bu döngü birbirini takip eden üç aşamadan oluşur: gerginlik, patlama ve özür. Ve tekrar gerginlik, patlama ve özür. Bu döngüsellik kırılmadığı müddetçe şiddet artarak tekrar eder. Zaman zaman sonuçları yaralanmalara hatta ölümlere yol açan bir kısırdöngüye dönüşür. Şiddet uygulayan kişi gerginliğin artması evresinde kızgınlığını kontrol edememe yönünde sinyaller vermeye başlar. Şiddete uğrayan kişi bu dönemde bir şeylerin yolunda gitmemeye başladığını hisseder. Patlama evresinde şiddet uygulayan kişi sözlü, fiziksel ya da cinsel olarak karşısındakine saldırır. Bu saldırı süresi kısa veya uzun olabilir, hatta günler sürebilir. Patlama evresini özür takip eder.  Özür evresinde şiddet uygulayan kişi şiddete maruz kalandan özür diler, affedilmek ister, bir daha olmayacağına dair sözler verir.

Şiddet modelleyerek öğrenilen bir davranış biçimidir.

Şiddet kuşaktan kuşağa aktarılır. Şiddet uygulayanların büyük bir bölümünde çocuklukta aile içi şiddete maruz kalma ya da aile içi şiddete şahit olma gözlemlenmektedir. Şiddet uygulayanların büyük bölümünün, çocukluk dönemlerinde doğrudan şiddet görmediği, büyürken anne babaları arasındaki şiddete tanık oldukları gözlemlenmektedir.  Çocuk için özdeşim nesnesi olan biri (örneğin baba), aile içinden bir başkasına, yineleyici biçimde şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi, doğrudan şiddete maruz kalan çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir.  Kuşaktan kuşağa aktarılan, her zaman sadece şiddetin kendisi değil, bu durumu çevreleyen duygusal atmosferdir. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları, kişinin tutum ve davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir. Şiddet ve ihmal sonucu oluşan intrapsişik yapı, çoğu kez yine çeşitli biçimleriyle şiddeti doğuran bir saldırganlık kaynağı oluşturmaktadır.

Güçlünün güçsüzü şiddetle kontrol ettiğini görerek büyüyen erkek için kadın ile ilişkisindeki şiddet normalleşmiştir. İletişim aracı olarak öğrendiği yöntem şiddetin duruma o an için uygun olan şeklidir.

Erkeklik hormonu testesteronun şiddet kullanma eğilimini arttırdığı yönünde tezler vardır. Erkeklerde saldırgan davranışların yaşla birlikte düşüş göstermesi, testesteron hormonunun şiddet uygulamada etkili olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca şizofreni ve alt tipleri gibi psikotik durumlar ve kişilik bozuklukları da –antisosyal, narsistik – şiddeti yükseltebilmektedir.  Madde kullanımı – uyuşturucu, uyarıcı, alkol – ise diğer bir biyolojik nedendir.

Şiddete maruz kalan kadınlar, şiddet görerek yaşamayı seçmek istedikleri için şiddet görmezler.

Şiddet uygulayan erkeklerin büyük bir bölümü, aile birliğinin ilk dönemlerinde şiddete yönelmez. Evlilik ilişkisi derinleşmeye başlayıp, kuvvetli duygusal bağlar oluşmaya başladığında, şiddet eğilimleri kendini gösterir. İlk şiddet atağı, şiddete maruz kalan kadın için kötü bir sürpriz olur, ama hiçbir şekilde şiddet eğilimi olarak yorumlanmaz. Ancak gerçek, şiddetin zaman içinde tırmanacağıdır. İlk yaralanmalar hafif ve önemsiz olarak kabul edilir ve şiddete maruz kalan kadın, şiddet uygulayan kocasının aslında kendisine zarar verme kastı taşımadığına inanır. Eşine karşı duygularında önemli bir değişiklik olmaz. Ancak zaman geçtikçe, şiddet yaşamın döngüsel bir parçası olmaya başlar. Şiddetin boyutu yükseldiğinde, şiddete maruz kalan kadının duygusal bağları giderek zayıflamaya başlar. Ancak eşini terk etmesi durumunda daha büyük bir şiddet atağı ile karşılaşma korkusu oluştuğu için ve buna aile, sosyal çevre ve sosyal kurumlardan destek alamama korkusu da eklenince, şiddete maruz kalan kadın, yıkıcı bir evliliğin içinde hapsolup kalır.

Şiddeti uygulayan kişiler, uyguladıkları bu şiddet karşısında elde edecekleri kazancın, şiddetin maliyetinden daha fazla olduğunu düşünüp şiddeti uygulamaya devam ederler. Erkekler niçin kadınları döver? Çünkü bunu yapabilirler…. Erkekler için eşlerini dövmenin kazançları; duygusal baskıları ortadan kaldırmak, hayal kırıklıkları için bir çıkış yolu bulmak, erk alanına sahip olduklarına ikna olmak ve kendi isteklerinin gerçekleşmesini garanti altına almaktır. Buna karşılık maliyet oldukça düşüktür. Çünkü: Kadınlar gerek fiziksel, gerek sosyal, gerekse ekonomik açıdan yetersiz olduklarından şiddete karşı koyamazlar. Toplum bu olguya aile içi özel mesele gözüyle bakar ve koruyucu toplumsal örgütlerin çabası da sınırlıdır. Şiddeti uygulayan kişinin karşılaşabileceği en ciddi maliyet, eşin boşanma yoluyla kaybedilmesidir ki, bu da çoğu kez şiddet uygulanmasının arttırılması ve çeşitlenmesi yolu ile kontrol altına alınır.

Erkekler duygusal baskı ve sorumluluklardan kurtulma, hayal kırıklıkları için çıkış yolu bulma, isteklerini gerçekleştirme, empati yeteneğinin olmaması, kendilerine bir erk alanı oluşturma, aile içi şiddetin olduğu bir ailede büyüme nedeni ile şiddete başvururlar.

Şiddet uygulamak ve şiddete maruz kalmak öğrenilen bir davranıştır.

En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin,  şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları bulgulanmıştır. Ayrıca şiddetin,  toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı (“kızını dövmeyen dizini döver”, “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”, “dayak cennetten çıkmadır” anlayışları ve annesini, kız kardeşini döven erkek çocuğunun itibar görmesi gibi) olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da sosyal bir neden olarak öne çıkmaktadır. Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin zayıflığı, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilmesi alışkanlığı, bilinçsizce yapılan suçlamalar, hatalı namus ve ahlak anlayışları da şiddetin sosyal nedenleri arasındadır. Yoksulluk, eğitimsizlik, hayat karşısında başarısız olmak, beklentilerin ve kazanılmış niteliklerin yoksunluğu, kadınların sosyo-ekonomik bağımlılığı, kadının mesleğinin ve gelirinin erkekten daha iyi olması gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da şiddet uygulanmasına neden olabilmektedir.

Şiddetin fiziksel etkileri ve sonuçları vücudun çeşitli yerlerinde oluşan yara, bere, morluk, şişme, sıyrık, kesik, kanama, yanık, kırıklar,  göz ve beyin hasarları, iç organ yaralanmaları, bütün bunların sonucunda gelişen çeşitli hastalıklar, kalıcı sakatlanmalar ve nihayet ölümdür. Şiddet cinsel alana yönelik fiziksel şiddetse, cinsel organlarla ve hastalıklarla ilgili bedensel etkiler de ortaya çıkar.

Şiddetin psikolojik etkileri ve sonuçları, fiziksel etkilerinden çok daha önemlidir.

Fiziksel etkilerin birçoğu (cinsel şiddet hariç) bir süre sonra tedavi edilebilir ve ortadan tamamen kaldırılabilir, ancak psikolojik etkiler hem zor tedavi edilir hem de tedavisi çok uzun sürer. Şiddete maruz kalan kişilerin bir kısmı hayat boyu psikolojik destek almak zorunda kalırlar. Şiddete maruz kalan kadınların psikolojik bozukluk geliştirme açısından daha büyük tehlike altında oldukları bilinmektedir. Şiddete uğrayan kadınların ilk şok ve inkâr dönemini atlattıktan sonra, şiddete şiddet ile karşılık verme ve daha sonra da depresyon ve kendini suçlama tutumu takındıkları gözlenmektedir. Dövülen kadınlar bu dönemde çaresizliği öğrenmektedirler. Bilişsel bozukluklar, kendini küçük ve önemsiz görme, sosyal hayattan uzaklaşma, özgüven ve özsaygıyı kaybetme gibi etkiler görülmektedir. Cinsel bakımdan fiziksel şiddete uğrayanlarda oluşan etkiler ise daha ciddidir. Depresyon, korku, çeşitli kişilik bozuklukları, bağımlılık yapan maddelere yönelme, kendini suçlu hissetme, utanma, cinsel işlev bozuklukları, uyku bozuklukları kendine zarar verme girişimlerinde bulunma ve özkıyım eğilimi bu kişilerde görülen psikolojik etkilerin en önemlileridir.

Şiddetin sosyal etkileri ve sonuçlarına gelince, bir toplumda şiddet yaygınsa, bu toplumdaki bireylerinin büyük bölümünün beden ve ruh sağlıkları bozuk demektir. Beden ve ruh sağlığı bozuk toplumlarda cinayetler, cinnetler ve özkıyımlar artar.  Özellikle toplumumuz için önem taşıyan önemli bir sosyal etki de, namus uğruna şiddete maruz kalmış olan kadınların toplum tarafından dışlanması, istenmemesi, bu kişilere, kirletilmiş, işe yaramaz gözüyle bakılması, bu kişilerin toplum içine kabul edilmeyerek yalnızlığa itilmeleridir.

Şiddet gören kadın,

  • Korkar: Korku, şiddete maruz kalan kadının en baskın duygusudur. Korku uyku düzenini etkiler; uykusuzluk ve kâbuslara yol açar. Bu safhada kadın yardım almayı ister, ama erkeğin müdahale eden kişilere de zarar vereceğinden korktuğu için şiddeti gizleme eğilimine girer.
  • Benlik saygısını yitirir: Sürekli şiddete maruz kalmanın en belirgin sonucu kadının özsaygısı düşer. Kadın kendisine takılan “çirkin, aptal, beceriksiz, kötü anne, pasaklı, geri zekâlı …” gibi sıfatları benimsemeye başlar. Yaşamı üzerinde kontrolü kaybetme duygusu yaşar ve karar vermekte zorlanır.
  • Baskıyı içselleştirir, Kendini suçlar: Bir kişinin kendisinin daha önemsiz olduğuna ve kötü davranılmayı hak ettiğine inanması, karşısındaki kişinin şiddet uygulamaya devam etmesini kolaylaştırır. Bu durumda kadın tüm hatanın kendisinde olduğunu kabullenir. Şiddete maruz kalan kadın sıklıkla kendini suçlar ve erkeği şiddet uygulaması için tahrik ettiğine inanır. Şiddet uygulayan erkeklerin neredeyse tamamının iddiası da budur. “Neden illa dayak aranıyorsun?” “Dediğimi yapsaydın dayağı da yemezdin?” Kadın elinden geldiğince erkeğin istediği gibi davranmaya gayret eder. Şiddeti hak ettiğine ikna olur. Oysa şiddetin kadının davranışları ya da kişiliği ile bir ilgisi yoktur.
  • Karmaşık duygular hisseder: Saldırgan eş her zaman saldırmaz. Uzun aralıklarla sevecen ve ilgili bir koca olabilir. Bu durum kadında karmaşık duygulara yol açar. Şiddet yüzünden evliliğini bitirmek istemez. Öte yanda gelecek kaygısı yüksektir.
  • Yalnızlık çeker: Şiddete maruz kalan kadın, çocuklarının ve yakınlarının güvenliği için sessiz kalmayı tercih edebilir. İçinde bulunduğu durumdan utanır ve başkalarından yardım isteyemez. Ayrıca kocası; arkadaşları ve ailesi ile görüşmelerini de kontrol ettiği için toplumsal desteği azalır. İçine düştüğü yalıtılmışlık duygusu durumunu gerçekçi bir gözle değerlendirmesini engeller. Böylece erkeğe olan bağımlılığı artar.
  • Eşinden umudunu kesmez: Şiddete maruz kalan kadın içinden sürekli erkeğinin bir gün değişeceği ve hayal ettiği gibi biri olacağı umudunu taşır.
  • Duygulanım bozukluğu yaşar: Şiddete maruz kalan kadının duyguları ani olarak değişir- ağlarken güler, gülerken öfke patlaması yaşar.
  • Öfkelidir: Şiddete maruz kalan kadın kızgınlığını genellikle şiddet kaynağına değil başkalarına – sıklıkla çocuklarına – yöneltir. Şiddetin gerçekleştiği anlardan yıllar sonra bile kadının içindeki öfke canlılığını koruyabilir ve hafif bir kışkırtmayla öfkesini başkalarına yönlendirir. Kadının intikam alma isteği öylesine güçlü bir hal alabilir ki, bu ihtiyaç tüm yaşamını yönetebilir.

Kadınlar maruz kaldıkları şiddeti örtbas eder ve şikâyetçi olmazlar.

Kadına uygulanan şiddete toplumsal ön yargılarla yaklaşan bakış açısı, şiddete maruz kalan kadını korumaktan çok eylemin varlığını ve sürekliliğini destekler niteliktedir. Cinsiyetçi rollerin şiddeti kabul edişi, toplumsal normların sürekliliğinin bir sonucu olarak kabul edilebilir. Bu kabullenişi “öğrenilmiş çaresizlik” ile açıklamak mümkündür. Şiddete maruz kalan kadın şiddet ve sarsıntılara alışır. Kadın kendisine uygulanan her tür şiddete uyum sağlar. Direnme gücü yok olur. Direnmenin bedeli vardır. Bu bedeli ödemektense, kadın sessiz kalmayı tercih ederek hayatını bir şekilde devam ettirir. Aslında bedeli kendisini feda ederek ödüyor olduğunu bilmeden… Kadınları kendilerine zarar veren eşleri ile birlikte kalacak şekilde etkileyen bu durum, şiddetin normalleştirilmesi ‘öğretilmiş çaresizlik ‘ olarak tanımlanır.

Kadına yönelik şiddetin çözümü ancak çok geniş bir yelpazede mümkündür. Toplumun her kesiminde çok derin bir bilinçlenme ihtiyacı aşikârdır. Elbette devlet üstüne düşeni yapmalı, gerekli kanun ve düzenlemeler ile gerekli yaptırımları oluşturmalıdır. Ancak toplum bu konuda eğitilmediği, çocuklar küçükken kesilen kurbanların kafaları ile top oynamamayı, bilgisayar oyunlarında öldürülenlerin bonus olmadığını, güçlünün güçsüze söz geçirmek zorunda olmadığını, otoritenin şiddet demek olmadığını, iletişimin itişip kakışmaktan ibaret olmadığını öğrenmediğimiz müddetçe şiddetin önüne geçmek mümkün olmaz. Kadın bağımsızlaşmadıkça, erkek kadın ile eşit olduğunu, en önemlisi de kadın erkekle eşit olduğunu kavramadıkça, şiddete çözüm bulmak maalesef mümkün olmayacaktır.

Sorunları konuşarak çözebildiğimiz, her konuda anlaşmak zorunda olmadığımız, birbirimizin fikrine ve yaşam seçimlerine saygı duyduğumuz bir Türkiye dileğiyle,

 Dr.phil. R. Meltem Kavcar Sırmalı